YARGITAY HUKUK GENEL KURULU 2019/8-335 E. 2022/850 K. 7.6.2022 TARİHLİ KARARI
ÖZET : Dava; edinilmiş mallara katılma rejimi alacağı istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; somut olayda tarafların TMK’nın166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiği gözetildiğine, eşlerin boşanma kararında yer alan “birbirlerinden başkaca maddi ve manevi tazminat talepleri bulunmamaktadır” şeklindeki beyan ve ifadenin edinilmiş mallara katılma mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkını kapsayıp kapsamadığı noktasında toplanmaktadır.
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 30.04.1999 tarihinde evlendiklerini, İzmir 5. Aile Mahkemesi’nin 05.02.2013 tarihli ve 2012/648 E., 2013/101 K. sayılı kararı ile boşanmalarına karar verildiğini, kararın 21.01.2013 tarihinde kesinleştiğini, evlilik birliği içerisinde davalı adına İzmir ili Seferihisar ilçesinde kayıtlı gayrimenkulün 1/2 hissesi, yine İzmir ili Altındağ Mahallesinde bir adet daire, İzmir ili Dikili ilçesinde bir adet daire, 35…, 35… ve 35… plaka sayılı araçlar, Elit Otomasyon adlı şirkette mevcut kar payı alacağı hissesinin edinildiği, müvekkilinin bu mallar yönünden davalıdan edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklı alacağının bulunduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000TL alacağın davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
Davalı vekili cevap dilekçesinde; tarafların 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ( TMK ) 166. maddesinin 3. fıkrası uyarınca anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiğini, buna göre birbirlerinden maddi ve manevi tazminat taleplerinin bulunmadığını, mahkeme içi ikrar niteliği bulunan beyanı doğrultusunda davacının eldeki davayı kesin hüküm nedeni ile açamayacağını, kaldı ki dava konusu edinilen malların müvekkilinin kişisel mal grubu niteliğinde sayılan mallardan olduğunu, davacının bu mal grubuna giren dava konusu mallar yönünden bir hak talep edemeyeceğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
İzmir 5. Aile Mahkemesi’nin 09.09.2014 tarihli ve 2014/108 E., 2014/583 K. sayılı kararı ile; tarafların Mahkemenin 2012/648 E. ve 2013/101 K. sayılı boşanma dava dosyasında yaptıkları protokol sonucunda anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiğini, imzalanan bu protokolün duruşmada doğru olduğunu kabul ettiklerini, protokolde “boşanmanın fer’isi niteliğindeki velayet, nafaka, kişisel ilişki dışında davalının davacıya ait evde oturmaya devam edeceği, evde bulunan eşyaların davalı N.’a ait olacağı ve birbirlerinden başkaca maddi manevi taleplerinin olmadığının” belirtildiği, bu protokol uyarınca taraflar arasında boşanmanın fer’îleri dışında kalan yönlerden de anlaşma sağlandığı, bu beyanların mahkeme içi ikrar niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Kararı:
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 15.03.2016 tarihli ve 2014/24971E., 2016/4701 K. sayılı kararı ile;
“…Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hâkime aittir ( 6100 Sayılı HMK 33. m ). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, değer artış payı ve artık değere katılma alacağı isteğine ilişkindir.
Kural olarak anlaşmalı boşanma davasında taraflar arasında akdedilmiş olan boşanma protokolünde yer alan mal rejimi hukukundan kaynaklanan anlaşma maddelerinin mahkeme kararında yer alması veya protokolün mahkemece onaylanması gerekir. Mal rejiminden kaynaklanan talepler boşanmanın ferilerinden olmadığından ayrıca dava konusu edilebilirler. … boşanmanın fer’ileri dışında da anlaşma sağlandığı görüşünden hareketle davanın reddine karar verilmiş ise de; ulaşılan sonuç isabetli değildir. Davacı N.’ın boşanma protokolündeki ve protokolü doğruladığı 05.02.2013 tarihli oturumdaki boşanma dava dosyasındaki beyanı, boşanmanın fer’i niteliğindeki mali konulara yönelik olup, mal rejiminin tasfiyesi dolayısı ile eldeki dava konusu yapılan malvarlığına ilişkin bir açıklama içermemektedir. Mal rejiminin tasfiyesi boşanma davasının eki niteliğinde olmadığından; boşanmayla birlikte karara bağlanması zorunluluğu bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, mahkemece iddia ve savunma çerçevesinde taraf delilleri toplanarak tartışılması ve tüm deliller değerlendirildikten sonra talebin esası hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, protokolden ve mahkeme içi ikrardan hareketle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
İzmir 5. Aile Mahkemesi’nin 21.06.2017 tarihli ve 2017/200 E., 2017/433 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
Direnme kararı yasal süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda tarafların TMK’nın166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiği gözetildiğine, eşlerin boşanma kararında yer alan “birbirlerinden başkaca maddi ve manevi tazminat talepleri bulunmamaktadır” şeklindeki beyan ve ifadenin edinilmiş mallara katılma mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkını kapsayıp kapsamadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
Mal rejimi; eşlerin evlenmeden önce sahip oldukları ve evlilik birliği devam ettiği sürece edindikleri mallar üzerindeki hakları, birbirlerine ve üçüncü kişilere karşı sorumlulukları ile evlilik birliği sona erdiğinde bu malların paylaştırılması yönündeki kurallar bütününü ifade etmektedir. Mal rejimleri, yasal ve seçimlik mal rejimleri olarak iki gruba ayrılmıştır. Eşlerin mal varlıklarının yönetimi hususunda sözleşme ile mal rejimini tayin etme imkanı bulunmakla birlikte, bu seçimin gerçekleşmemesi ihtimali gözetilerek kanun gereği eşlerin tabi olacakları yasal mal rejimi belirlenmiştir.
Bilindiği üzere TMK’nın 202. maddesinin 1. fıkrası uyarınca eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanması asıldır. Yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimine yönelik düzenlemeler TMK’nın 218 ilâ 241. maddeleri arasında almaktadır. Edinilmiş mallara katılma rejimi, edinilmiş mallar ( TMK m.219 ) ile eşlerden her birinin kişisel mallarını ( TMK m.220-221 ) kapsar.
Edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesi için tasfiyeye konu malın hangi grupta yer aldığının belirlenmesi zorunludur. Zira malvarlığının yer aldığı grup, bu malvarlığının tasfiyeye girip girmeyeceği veya tasfiyeye girmesi hâlinde ne şekilde tasfiye edileceği açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki; edinilmiş mallara katılma rejiminde kural, mal gruplarının değişmezliğidir. TMK’nın 221. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile açıklanan istisnalar dışında, eşler; mal gruplarını değiştiremezler, aksine ilişkin sözleşmeler geçersizdir. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilir ( TMK m.222/3 ).
Edinilmiş mallara katılma rejiminde tasfiye davasının görülebilmesi için eşler arasındaki mal rejiminin sona ermiş olması gerekir. TMK’nın 225. maddesiyle “Mal rejimi, eşlerden birinin ölümü veya başka bir mal rejiminin kabulüyle sona erer. Mahkemece evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hâllerinde, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer” hükmü düzenleme altına alınmıştır.
Edinilmiş mallara katılma rejiminin sona ermesiyle birlikte eşler veya mirasçılar tarafından açılabilecek davalar; değer artış payı alacağı ( TMK m.227 ) davası ve artık değere katılma alacağı ( TMK m.231 ) davalarıdır. Bu iki alacak türünün özellikleri, koşulları ve hesaplama yöntemleri arasında farklılıklar bulunmakla birlikte, tasfiye davalarına özgü usul ve esasa yönelik genel ilkelerin tamamı her iki dava türü için de geçerlidir.
Eldeki davada olduğu gibi mal rejiminin tasfiyesinde evlilik birliğinin anlaşmalı boşanma neticesinde sona ermesi hâli özellik arz eden durumlardan biridir. Öyle ise uyuşmazlığın çözümü için “anlaşmalı boşanma” kavramının da açıklanması gerekmektedir.
Bilindiği üzere TMK’nın 166. maddesinin 3. fıkrasında eşlerin anlaşmalı olarak boşanma ve esasları düzenlenmiştir. Buna göre evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz. Maddede değinildiği üzere anlaşmalı boşanmanın sağlanması için boşanmanın fer’î niteliğindeki taleplerde taraflar arasında uzlaşma gerçekleşmelidir. Bu talepler kanun koyucu tarafından “boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu” olarak ifade edilmiştir. Maddede geçen “boşanmanın mali sonuçları” kavramı mal rejiminin tasfiyesini kapsamaz. Boşanmanın mali sonuçları ile anlaşılması gereken TMK’nın 174. maddesinde düzenlenen boşanma nedeniyle maddi-manevi tazminat, 174. maddesinde düzenlenen yoksulluk nafakası ile 182. maddesinde düzenlenen iştirak nafakasıdır. Bununla birlikte, boşanma davasında tarafların mal rejiminin tasfiyesi hakkında anlaşma yapmasını engelleyen yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.
Mal rejiminin tasfiyesi boşanmanın fer’îsi niteliğinde olmayıp; eşler, tasfiyeyi anlaşmalı boşanma ile birlikte yapabilecekleri gibi bu yöndeki haklarını zamanaşımı süresi içerisinde daha sonra da kullanmak isteyebilirler. Bu konuda anlaşma sağlanamaması anlaşmalı boşanma davasının reddi sonucunu doğurmaz ve anlaşmalı boşanmaya bir etkisi olamaz. Anlaşmada ayrıca yer verilmemişse, tarafların sırf anlaşmalı olarak boşanmış olmaları aralarındaki mal rejimini de tasfiye ettikleri anlamında kabul edilemez.
Eşler, anlaşmalı boşanmada mal rejiminin tasfiyesine karar verdikleri takdirde bu durum doğmamış bir hakkın kullanımı anlamına gelmeyecektir. Zira boşanma ile sona eren evlilikler yönünden mal rejiminin tasfiyesi davasının görülebilirlik koşulu olarak boşanmanın gerçekleşmesi aranmakta ise de eşler arasındaki mal rejiminin sona erdiği tarih kabulle sonuçlanan boşanma davasının dava tarihi olup ( TMK m.225/2 ), mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkı dava tarihi itibariyle doğmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, mal rejiminden kaynaklı hakkın dava yolu ile kullanılabilmesi, diğer bir ifadeyle mal rejiminin tasfiyesine karar verilebilmesi için eşlerin boşanmalarına ilişkin kararın kesinleşmesi gerektiğidir.
Anlaşmalı boşanmada ise eşler boşanma davası açmakla doğmuş hakları olan mal rejiminin tasfiyesine yönelik tasarrufta bulunabilirler. Uygulamada eşler boşanma davası ile eş zamanlı mal rejimin tasfiyesi davası açmaktadırlar. Bu şekilde boşanma davası ile birlikte açılıp tefrik edilen yahut bağımsız ancak boşanma sonuçlanmadan açılan tasfiye davaları yönünden Yargıtay’ın istikrarlı kararlarında, usul ekonomisi gereği davanın görülebilirlik şartı oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmemesi, boşanmanın sonucunun bekletici mesele yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiğine işaret edilmektedir.
Gerçekten de eşler; zorunlu olmamakla birlikte, anlaşmalı boşanma davasında mal rejiminin tasfiyesi konusunda da anlaşma yapabilirler. Anlaşma, mal rejiminin tasfiyesini de içermekte ise ayrı bir geçerlilik şartı aranmaz. Anlaşmalı boşanmada, taraflar edindikleri malvarlığını paylaşarak veya tasfiyeye yönelik haklarından feragat ederek mal rejiminin tasfiyesini gerçekleştirebilirler. Usulüne uygun şekilde yapılan anlaşma ile boşanma davası neticelenmiş ve karar kesinlemiş ise tarafların tekrar mal rejimi tasfiyesi talep etmeleri mümkün olmayacaktır.
Diğer yandan mal rejiminin tavsiyesi davası, boşanma davasının fer’î niteliğinde olmadığından, boşanma davasında tarafların anlaşmış olmaları kural olarak boşanma davasının fer’î niteliğindeki tazminat, nafaka ve velâyet konularını kapsadığı kabul edilmelidir. Şayet eşler, boşanma davasında mal rejiminin tasfiyesi hususunda da anlaşma yapmak istiyorlarsa, bu hususun hiçbir duraksamaya yer vermeyecek açıklıkta olması çok önemlidir. Soyut, muğlâk, her anlama gelebilen, farklı şekilde yorumlanmaya açık, müphem kelime ve cümleler kullanılan anlaşma metinleri sonradan açılan davanın görülmesine engel teşkil etmez.
Bu genel açıklamalardan sonra… Somut olayda; eşlerin gerek anlaşmalı boşanmaya dayanak protokol metninden gerekse duruşmadaki beyanlarından aralarındaki mal rejimini tasfiye ettikleri sonucuna varılamadığı gibi, salt “davalının davacıya ait evde oturacağına” ilişkin anlaşma hükmünden eşlerin mal rejimini tamamen tasfiye ettiklerini değerlendirmek mümkün değildir.
Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı .. BOZULMASINA, 07.06.2022 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU 2022/8-1042 E 2023/1101 K. SAYILI 15.11.2023 TARİHLİ KARARI
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 10.06.1997 tarihinde evlendiklerini, ortak çocuklarının bulunmadığını, her iki tarafın da ikinci evliliği olduğunu ve eşlerin önceki evliliklerinden çocuklarının bulunduğunu, evlenme tarihinde erkeğin 62 müvekkilinin ise 27 yaşında olduğunu, evliliğin sorunsuz sürdüğünü, davacının işlemiş olduğu cinayet nedeniyle cezaevinde kaldığı yıllarda dahi müvekkilinin eşi ile ilgilendiğini, edinilen malvarlıklarının müvekkili kadın eş tarafından korunduğunu, erkeğin edindiği mallarda müvekkilinin payı ve katkısı olduğunu, erkeğin adına kayıtlı çok sayıda taşınır taşınmaz malvarlığının olduğunu, boşanmayı kabul etmediğini, şu anda 62 yaşında olan müvekkilinin hiçbir güvencesinin bulunmadığını, erkek eş tarafından açılan boşanma davasında Mahkemece boşanmaya karar verilmesi hâlinde müvekkili yararına 1.200,00 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 75.000,00 TL maddi, 75.000,00 TL manevi tazminat ve ayrıca davalı tarafından edinilen mallara ilişkin müvekkilinin 2002 yılı öncesi katkı payı, 2002 yılı sonrasında ise katkı payı ve katılım alacağının hesaplanarak müvekkiline ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; kadın eşin müvekkili ile evlenmesindeki asıl sebebin maddiyat olduğunu, cezaevinde geçirilen altı yıllık süre içinde sadece iki kez eşini ziyaret ettiğini, bu gelişlerinde de eşinden maddi taleplerde bulunduğunu, evlilik birliği kurulduktan sonra erkeğin hiçbir malvarlığı edinmediğini, ayrıca eşlerin altı yıldır fiilen ayrı yaşadıklarını, Acıpayam Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/344 Esas, 2012/172 Karar sayılı boşanma dava süresince ve mahkemece verilen ret kararından itibaren eşlerin bir araya gelmediklerini belirterek tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep etmiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesi’nin 24.01.2019 tarihli ve 2018/159 Esas, 2019/10 Karar sayılı kararı ile; davalı … tarafından açılan boşanma davasının Acıpayam 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2016/864 Esas sayılı dosyasında görüldüğü ve yapılan yargılamada kadın eşin cevap dilekçesi ile katkı payı ve katılım alacağı talebinde bulunduğu, Mahkemece bu talep yönünden 08.06.2017 tarihinde tefrik kararı verilerek dosyanın ayrı bir esasa kaydedildiği, anılan dosya incelendiğinde katkı payı ve katılım alacağına ilişkin karşı dava dilekçesi ve buna dair başvuru harcının bulunmadığı, cevap dilekçesinde “davanın reddi ile aynı zamanda katkı payı ve katılım alacağı talebinde bulunulmuş” olmasının karşı dava olarak nitelendirilemeyeceği, hâl böyle olunca katkı payı ve katılma alacağına ilişkin açılmış münferit veya karşı bir dava olmadığı gerekçesiyle bu yön hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
İlk Derece Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesi’nin 08.07.2020 tarihli ve 2019/1002 Esas, 2020/899 Karar sayılı kararı ile; erkek eş tarafından 11.02.2016 tarihinde boşanma davası açıldığı, buna karşı kadın eşin 02.03.2016 tarihli cevap dilekçesi ile boşanma davasının reddini savunduğu ve ayrıca katkı payı ile katılma alacağı isteminde bulunduğu, davalı tarafından sonradan harç yatırılmış olmasının bu talebi karşı dava hâline getirmeyeceği, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 24. maddesine göre hâkimin taraflardan birinin talebi olmaksızın resen bir davayı tetkik ve karara bağlayamayacağı, kadın eş tarafından usulüne uygun şekilde açılmış bir davanın bulunmadığı gerekçesiyle istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile “…Tüm dosya kapsamı birlikte incelendiği, süresinde sunduğu cevap dilekçesinde “evlilik birliği içinde edinilmiş olan malların 2002 yılı öncesi katkı payı olarak, 2002 yılı sonrasında ise katılım alacağı olarak malların elde kalmasını sağladığından, katkı payı ve katılım alacağının da hesap ettirilerek verilmesine” karar verilmesini talep ettiği, Mahkemece 09.02.2017 tarihli ve 1 numaralı celsede davacıya “katkı payı, katılım alacağına ilişkin talebini, dava değerini bildirmek ve harçlandırmak üzere gelecek celseye kadar kesin süre verildiği”, davacı vekilinin bu süreye istinaden 21.02.2017 tarihinde 2.561,62 TL harç yatırdığı, bir sonraki 13.04.2017 tarihli ve 2 numaralı celsede “harcı yatırılan davanın tefrikine” karar verildiği, davacı vekilinin tefrikten sonraki 29.03.2018 tarihli ve 5 numaralı celsede “2002 öncesi edinilen mallar için katkı alacağı, 2002 sonrası edinilen mallar için ise katılım alacağı talebi olduğu, davanın mal rejiminin tasfiyesine ilişkin olduğunu” beyan ettiği anlaşılmaktadır. Mahkemece yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiş ise de, mahkemenin gerekçesine katılma olanağı yoktur. Şöyle ki, davacının boşanma dosyasındaki cevap dilekçesinde, açıkça mal rejimine ilişkin talepte bulunduğu, sonra Mahkemece süre verilmesi üzerine süresinde harcı da yatırdığı anlaşıldığına göre, açılmış bir dava bulunduğunun kabulü gerekir. O halde, Mahkemece iddia ve savunma doğrultusunda deliller toplanarak, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuş, hükmün bozulması gerekmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesi’nin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; 6100 Sayılı Kanun’un 133. maddesinin birinci fıkrası uyarınca karşı davanın cevap dilekçesiyle veya esasa cevap süresi içinde ayrı bir dilekçe verilmek suretiyle açılacağının düzenleme altına alındığı, eldeki davada kadının boşanmanın fer’î niteliğinde olmayan mal rejiminin tasfiyesine yönelik karşı dava dilekçesi olmadığı gibi 492 Sayılı Harçlar Kanunu uyarınca dava dilekçesi verilmesi sırasında makbuz karşılığı ödenmesi gereken başvuru harcının da yatırılmadığı, nispi harcın sonradan yatırılmasının bu isteği dava hâline dönüştürmeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
UYUŞMAZLIK
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacı tarafından katkı payı ve katılma alacağına lişkin mal rejiminden kaynaklanan alacak davasının usule uygun olarak açılıp açılmadığı, buradan varılacak sonuca göre bu istem bakımından mahkemece davanın esasının incelenerek bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
GEREKÇE
Bilindiği üzere davanın ne şekilde açılacağı 6100 Sayılı Kanun’un118 ve devamı maddelerinde gösterilmiş, 119. Maddede dava dilekçesinin içeriği belirlenmiştir. Dava dilekçesi için öngörülen bu şekil usuli işlemin temelini teşkil eder. Aynı Kanun’un 120. maddesi uyarınca da davacı tarifede belirlenen yargılama harçlarını dava açarken yatırmak zorundadır.
Eldeki davada tarafların 10.06.1997 tarihinde evlendikleri, 11.02.2016 tarihinde erkek eş tarafından Acıpayam Asliye (Aile) Hukuk Mahkemesi’nin 2016/54 Esas sayılı dosyası ile boşanma davası açıldığı, uyuşmazlığın bu davaya kadın eş tarafından 02.03.2016 tarihinde sunulan cevap dilekçesi ile ileri sürdüğü “mal rejiminden kaynaklanan alacak taleplerine” ilişkin usulüne göre açılmış bir davanın bulunup bulunmadığı, somut olay bazında değerlendirilmelidir. Kadın eşin 02.03.2016 tarihli cevap dilekçesi içeriği ve sonuç bölümü incelendiğinde “müvekkili yararına 1.200TL tedbir yoksulluk nafakası, 75.000 TL maddi, 75.000 TL manevi tazminat ile davacı erkeğin yüklü miktarda arsa, taşınır, taşınmaz ve mevduattan oluşan malvarlığının bulunduğunu, bu malların gerek edinilmesinde gerekse elden çıkarılmaması konusunda müvekkilinin çok ciddi katkılarının olduğunu belirterek bu mallar üzerinden 2002 yılı öncesi katkı payı ve 2002 yılı sonrasında ise katılım alacak miktarlarının hesaplanarak tahsiline” karar verilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır. Taraflar arasındaki mal rejimi, boşanma davasının açıldığı 11.02.2016 tarihi itibariyle sona ermiştir. Eşler arasında sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden; evlilik tarihi olan 31.08.1994 tarihinden 4721 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejimi, bu tarihten mal rejiminin sona erdiği 25.06.2010 tarihine kadar ise 4721 Sayılı Kanun’un 202/1. maddesiyle düzenlenen edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir.
Erkek eşin açmış olduğu boşanma davası nedeni ile yargılama yapılan Acıpayam Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi’nin 2016/864 Esas sayılı dava dosyasının incelenmesinde; davanın 28.12.2016 tarihinde açıldığı, kadının 02.03.2016 tarihinde davaya cevap verdiği, yapılan yargılamanın 09.02.2017 tarihli duruşmasında davalı vekiline “katkı payı katılım alacağına ilişkin talebini harçlandırmak üzere gelecek celseye kadar” süre verildiği, verilen süre üzerine davalı vekilince 21.02.2017 tarihinde “toplam 2.561,62 TL harç” yatırıldığı, Mahkemece 13.04.2017 tarihli duruşmada “harcı yatırılan katkı payı katılım alacağı davasının eldeki dosyadan tefrikine ve tefrik masraflarının davalı tarafça karşılanmasına” karar verildiği, dosyada mevcut 19.04.2017 tarihli masraf makbuzundan anlaşıldığı üzere ilgili tefrik masraflarının karşılanarak “katkı payı katılım alacağına ilişkin davanın” aynı Mahkemenin 2017/188 Esas sayılı dava dosyası üzerinden yargılamasına devam edildiği görülmektedir.
Eldeki uyuşmazlığa ilişkin Acıpayam Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi’nin 2017/188 Esas sayılı dava dosyasının incelenmesinde ise artık davacı konumunda olan kadın eş vekiline 16.11.2017 tarihli duruşmada “katılım alacağı talebine ilişkin mal varlığını bildirmek üzere” süre verildiği, verilen süre üzerine davacı vekilinin sunmuş olduğu 01.02.2018 tarihli dilekçesinde ” erkek eşin altı yıl ceza evinde kaldığı süreçte davacının davalının üzerinde bulunan gayri menkullerin bakımı, gözetimi, işlenmesi, mahsullerin kaldırılması konusunda yardımcı olduğunu, malların elden çıkarılmamasına ve ailenin ayakta kalmasına katkıda bulunduğunu ileri sürerek Tapu Sicil Müdürlüğü ve Acıpayam Trafik Büro Amirliğinden davalı adına kayıtlı taşınmazların ve araçların kayıtlarının istenilmesini” talep ettiği, Mahkemece bu dilekçe uyarınca “ilgili tapu ve trafik tescil müdürlüklerine müzekkere yazılarak davalının 1997’den sonra edindiği ve halen aktifinde bulunan taşınır taşınmazlara ait kayıtların” istenildiği, davalı erkek eş adına kayıtlı malvarlığına ilişkin kayıtların dosya içerisine alındığı, bu aşamadan sonra davacı tanıklarının 25.10.2018 tarihli duruşmada dinlendiği, bundan sonra yapılan 24.01.2019 tarihli duruşmada ise verilen ara kararla “davalı tanıklarının dinlenmesi talebinin” reddedilerek davanın esası hakkında “Katkı payı ve katılma alacağına ilişkin açılmış münferit veya karşı bir dava olmadığı anlaşıldığından bu yön hakkında karar verilmesine yer olmadığına” karar verildiği anlaşılmaktadır.
Harç; Devletin yaptığı kamu hizmetleri karşılığında o hizmetten yararlananlardan çeşitli giderlerini karşılamak amacıyla aldığı para olarak tanımlanır. Bir davada alınacak harçlar ve oranları 492 Sayılı Kanun’da ve özellikle bu Kanun’a bağlı bağlı (1) Sayılı Tarifede gösterilmiştir. 492 Sayılı Kanun’a bağlı (1) Sayılı Tarife’nin A, III-1.a hükmüne göre, konusu belirli bir değerle ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar verilmesi hâlinde hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden nispi olarak karar ve ilâm harcı alınır. Başvurma harcı ise dava açılırken peşin olarak ödenmesi gereken maktu bir harçtır.
Dava tarihi itibari ile bakıldığında, 27.12.2016 tarih ve 29931 Sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Tebliğ hükümlerine göre asliye hukuk mahkemesinde başvurma harcı 31,40 TL olarak düzenleme altına alınmıştır. Buna karşılık cevap dilekçesi başvurma harcına veya başka bir harca tabi
Değildir.
Öğretide “objektif dava birleşmesi/yığılması” olarak adlandırılan davacının birden fazla davasını tek dava dilekçesi ile açması hâlinde, her bir davaya ait talep sonucunu açıkça ve ayrı ayrı göstermesi gerekir. Bu takdirde, yatırılan başvurma harcının her bir davayı kapsadığı kabul edilir. Eldeki olayda, boşanma davasına verilen cevap dilekçesi ile mal rejiminin tasfiyesine yönelik ileri sürülen talep hakkında anlatılan şekle uygun bir objektif dava birleşmesinden söz etme imkânı bulunmamakla birlikte mal rejiminin tasfiyesine yönelik istek konusunda alınmış bir başvurma harcının da bulunmadığı hususunda duraksama yoktur.
Şüphesiz ki davacı dava açarken yargılama harçlarını mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Bu harçlar, başvurma harcı ile peşin karar ve ilâm harcıdır. Başvurma harcı, salt davanın açılması ile ilgili olarak baştan tamamı alınması gereken bir harç olup, peşin karar ve ilâm harcının sonradan tamamlanması mümkündür. Dava dilekçesinde dava konusunun değeri gösterilmemişse, bu değer davacıya tespit ettirilir. Davacının değeri tespit etmekten kaçınması hâlinde, dava dilekçesi işleme Konmaz. Yargılama sırasında dava konusu değerin gösterilenden daha fazla olduğu anlaşılırsa yalnız o oturum için davaya devam edilir. Ondan sonraki oturuma kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilâm harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunamaz
Ne var ki somut olayda, Mahkemece; davacının “katkı ve katılma alacağına ilişkin” talebini ilk olarak ileri sürdüğü 02.03.2016 tarihinden, istemi hakkında 24.01.2019 tarihinde verilen “karar verilmesine yer olmadığına” dair karara kadar “eksik karar ve ilam harcı” tamamlatılmak suretiyle üç yılı aşkın süre boyunca yargılamaya devam edildiği görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” denilerek, bu kapsamda yargı mercilerine davacı ve davalı olarak başvurma, bunun doğal sonucu olarak iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Hukuk devleti ilkesine dayalı çağdaş hukuk düzenleri, vatandaşına hukuki koruma sağlamayı yeterli görmemekte, bu hukuki korumanın etkin bir koruma olmasına da özen göstermektedir. Başka bir anlatımla, devlet, hukuk devleti olmanın bir gereği olarak, hem hak arama özgürlüğünün ve dolayısıyla dava hakkının etkin bir biçimde kullanılmasını sağlamak hem de bu özgürlüğün ve hakkın kullanılacağı mekanizmaları oluşturmakla yükümlüdür.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 141. maddesinin dördüncü fıkrasına göre, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir. Bu kapsamda usul ekonomisi ilkesinin düzenlendiği 6100 Sayılı Kanun’un 30. maddesinde de hâkimin, yargılamanın makul bir süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlü olduğu ifade edilmiştir. Anılan hükümler uyarınca usul ekonomisi ilkesinin bir unsuru olan makul sürede yargılama hakkı, ülkemizin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde de hüküm altına alınmıştır. Buna göre herkes, davasının makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun genel gerekçesine bakıldığında, tüm hükümlerin düzenlenmesinde; tarafların ve ilgililerin hak arama özgürlüğünü genişleten, yargılama sırasındaki haklarını en iyi şekilde teminat altına alacak ve yargı organlarının yüceliği ve saygınlığını koruyacak ilkelere yer verildiği açıkça belirtilmiştir. Adil yargılanma hakkı ile doğrudan ilgili olan “Usul ekonomisi ilkesi” başlıklı 30. maddesinin gerekçesinde; yargılamanın uzaması hâlinde kişilerin, hukukî korunma mekanizmasının işlevini yerine getirdiğine ve hukuk düzeninin etkisine olan inançlarının kaybolmasına sebep olacağına işaret edilmiş, çok geç gelen hükümlerin hayatla artık bir ilgisinin kalmamış olabileceğine dikkat çekilmiştir. Gerekçede “Yargılamanın hızlandırılmasının sıkı şekilde uygulanması hayat olayının mükemmelleştirilmesini sınırlar ve böylece hükmün temellerinin mükemmelliği ve doğruluğunu olumsuz yönde etkiler. Bir usul kanunu, elverdiği ölçüde hem bir hayat olayının mükemmel bir şekilde tespitine hem de yargılamanın hızla yapılmasını sağlayacak bir dengeleyici sistem sunuyorsa, bu daha da önem kazanmaktadır” denilerek, usul kurallarının mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak şekilde katı uygulanmaması gerektiğine de vurgu yapılmıştır.
Tüm bu anlatılanların ışığı altında somut olaya gelindiğinde, dava açarken yatırılması gereken ve dava tarihinde 31,50 TL olduğu anlaşılan “başvurma harcı” yatırılmadan eldeki dava açılmış ise de Mahkemece davacı tarafa 2.561,62 TL eksik nispi karar ve ilâm harcının tamamlattırıldığı, buna karşılık eksik olan başvurma harcı konusunda hiç bir işlem yapılmadığı, taraflarca gösterilen bir kısım delillerin toplandığı, bu şekilde üç yılı aşkın süre boyunca yargılamanın devam ettiği, bunca zamana yayılan yargılama sonucunda ise başvurma harcının bulunmadığı gerekçesiyle davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği açıktır. Esasen uyuşmazlığın çözümünde; kesin nitelikteki usul hükümleri karşısında, Mahkeme kararına güvenerek hareket eden tarafın adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğinin tespiti önem arz etmektedir.
Mahkemeye erişim hakkı ile bir uyuşmazlığın mahkeme önüne taşınabilmesi ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanabilmesi hedeflendiğine göre, bu hak Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün temel bir unsurudur. Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; Mahkemece nispi karar ve ilâm harcı tamamlatılıp eksik olan başvuru harcı konusunda işlem yapılmayarak yargılamaya üç yıl boyunca devam edildiği gibi taraflardan delillerinin sorulup tanıkların da dinlendiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla yapılan yargılama ile davanın esası hakkında bir karar verileceği hususunda davacı tarafta haklı bir beklentiye yol açıldığı konusu kuşkusuzdur. Böyle bir durumda, Mahkemeye güvenerek hareket eden tarafa sorumluluk yüklenmesi sonucuna gidilemez. Dolayısıyla davacının adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında ortada açılmış bir davanın bulunduğu kabul edilmelidir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; asıl olanın başvurma harcının yatırılmış olması olduğu, 6100 Sayılı Kanun hükümlerinde davanın veya karşı davanın ne şekilde açılması gerektiğinin düzenleme altına alındığı, eldeki davada başvuru harcının yatırılmadığı, nispi harcın sonradan yatırılmasının bu isteği dava hâline dönüştürmeyeceği gerekçesiyle verilen direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu ve onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda açıklanan nedenlerle benimsenmemiştir.
O hâlde açıklanan bu genişletilmiş gerekçeyle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Açıklanan sebeple; direnme kararının açıklanan genişletilmiş gerekçe ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
Dosyanın 6100 Sayılı Kanun’un 373/2. maddesi uyarınca kararı veren Acıpayam 2. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesine gönderilmesine, oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
Av. Aleyna ÖNVER