Bireysel başvuru kararlarında “makul süre” kavramı iki farklı AİHS hükmüyle ilgili olarak kullanılmaktadır. Bu hükümlerden biri adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddenin 1. fıkrası iken, diğeri de özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen 5. maddenin 3. fıkrasıdır. İki Sözleşme hükmü, düzenledikleri haklar itibariyle farklı olduğundan, bu hükümlerde geçen makul süre kavramları da birbirinden farklıdır.

ADİL YARGILANMA HAKKI MADDE 6/1.’Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut, aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir’’

ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK HAKKI MADDE 5/3. ‘’ 3. İşbu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koşullar uyarınca yakalanan veya tutulan herkesin derhal bir yargıç veya yasayla adli görev yapmaya yetkili kılınmış sair bir kamu görevlisinin önüne çıkarılması zorunlu olup, bu kişi makul bir süre içinde yargılanma ya da yargılama süresince serbest bırakılma hakkına sahiptir. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminat şartına bağlanabilir’’

Ülkemizde gerek yargılamada makul süre gerekse tutuklulukta makul süre yönünden gerçekleşen hukuksal ihtilaflar yüksek orandadır. Tutuklulukta geçen süreler bazen iddianamenin düzenlenmesi ve sanıkların hâkim karşısına çıkarılması sürecindeki sorunlar nedeniyle verilebilecek tavan cezaların süresini aşabilmiştir. Uzun süren ceza yargılamaları, bazen sanıkların tahliye olabilmek için aleyhlerindeki hükümlülük kararını temyiz etmekten vazgeçmesine sebebiyet vermektedir. Sözleşmenin 6. maddesine dayanılarak bireysel başvuruyu yargılamanın tüm tarafları yapabilmesine karşın, bireysel başvuruyu 5. maddeye dayanarak sadece şüpheli yapabilmektedir.10 Buna göre 6. madde yargılamayı hızlandırmayı, 5. madde ise tutukluluk süresini kısaltmayı öngörmektedir. Ceza davalarının uzamasına neden olabilen en önemli sorunlardan biri duruşmaların gereksiz şekilde ertelenmesidir. ÖRNEĞİN, Yürürlükte bulunan 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 190. maddesinin 1. fıkrasında; “Duruşmaya ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak zorunlu hallerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir.” denilmektedir. Bu hükümle duruşmaya ara verilmeksizin yargı mercilerinin hüküm verme sorumluluğu düzenlenmesine karşılık uygulamada ikinci cümledeki duruşmaya ara verilmesini gerektiren zorunlu haller, yasa hükmünde belirtilenin aksine makul süre şartı gözetilmeksizin gerçekleşmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde düzenlenen, hak ve özgürlüklerin etkin bir şekilde korunmasını sağlayan diğer bir usule ilişkin hak, etkili bir hukuk yoluna başvurma hakkıdır. 2000 yılında AİHM’nin Polonya aleyhinde açılan dava sonucunda verdiği karara göre devletler yargılama süresinin uzunluğu şikayetlerini inceleyebilecek bir merci tesis etmekle yükümlüdür. Böyle bir organın olmaması durumunda makul süre incelemesi AİHM tarafından yapılmasa bile Sözleşmenin 13. maddesi ihlal edilmiş olarak değerlendirilebilmektedir. AİHS’nin 13. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkına ilişkin hüküm şöyledir:

Etkili başvuru hakkı Bu Sözleşme ’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir.”

Bu hükme göre Sözleşmeyle düzenlenmiş bulunan bir hak veya özgürlüğünün ihlal edildiğini iddia eden herkes etkili bir başvuru yoluna müracaat etme hakkına sahiptir. Bu madde ile Sözleşmede düzenlenen hak ve özgürlüğüne müdahale edildiğinin iddia eden bireylere “başvuru hakkı” tanınmıştır. Türkiye aleyhinde açılan davalarda AİHM Sözleşmenin 6. maddesinin 1. fıkrası ile birlikte 13. maddesinin de davalı devlet tarafından ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme makul sürede yargılanmadığını iddia eden kişilerin bu hak ihlallerinin giderilmesini sağlayacak iç hukukta başvurabilecekleri etkili bir makam ve usul bulunmamakta ise, Sözleşmenin 6. maddesinin 1. fıkrasındaki makul sürede yargılamanın yapılmadığı hükmü ile birlikte 13. maddenin de ihlal edilmiş olduğuna karar vermektedir.

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ MAKUL SÜRE ÖLÇÜTÜ

Suçlamaya muhatap olma durumu davanın açılmasından önce gerçekleşmişse yargılama süresi bu andan itibaren başlamış sayılacaktır. Bu yargılama öncesinde kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilme anı ya da isnattan ilk olarak etkilendiği an olan gözaltı, yakalama, arama gibi tedbirlerin uygulanma anıdır. Almanya aleyhindeki bir kararında AİHM, toplam dokuz yıl süren yargılama hakkında makul süreden ihlal kararı verirken, savcılık soruşturmasının tamamlanması ile iddianamenin kabulü arasında geçen on beş aylık süreyi aşırı bir gecikme teşkil etmesi nedeniyle kararının dayanaklarından biri yapmıştır. AİHM, Anayasa Mahkemesine yapılan müracaatları da yargılama süresi kapsamında değerlendirmektedir. Her davanın kendine özgü özellikleri dikkate alınarak yapılır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince bakılan unsurlar, Anayasa mahkemesi gibi, davanın karmaşıklığı, ulusal yargı mercilerinin tutumu ve yargılamayı hızlandırmayı gerektiren geçerli bir neden olup olmadığı, dava konusunu oluşturan uyuşmazlığın doğasında barınan meseleler, aleyhinde dava yürütülen kişilerin sayıca çok olması, uluslararası boyutların mevcudiyeti, davada uzman bilirkişilere ihtiyaç bulunması, davanın başka davalarla ilişkili olması, yargılama sürecine üçüncü tarafların müdahalesidir. Başvurucunun kendi tutumuyla bu sürenin uzamasına sebep verip vermediği baktığı diğer husustur. Örneğin yaklaşık sekiz yıl süren bir davada AİHM, davanın karmaşıklığı gerekçesiyle makul sürenin aşılmadığı sonucuna ulaşmıştır. AİHM içtihatlarında önemle vurgulanan devlet bu alanda gerekli dikkat ve özeni göstermek ve süratle hareket etmek zorundadır. AİHM’nin 1992 yılında verdiği bir X/Fransa kararında; Hemofili hastası olan başvurucu, kan naklinden dolayı HİV virüsü kapmış ve Fransız Adalet Bakanlığına tazminat davası açmıştır. Hastalığı ileri safhada bulunan davacı, yerel mahkemelerdeki yargılama süreci tamamlanamadan ölmüştür. AİHM kararında, yerel yargı mercilerinin, başvurucunun kısa bir ömrü kaldığını nazara alarak yargılamayı hızlandırma yükümlülüğü bulunduğuna hükmetmiştir. Buna göre başvurucunun ölümünün yaklaştığını dikkate alarak yargılamayı hızlandırmak yerel mahkemelerin sorumluluk alanında kabul edilmiştir. Bu gibi durumlarda yargılama süresinin iki yıl sürmüş olması bile makul sürenin aşılması olarak değerlendirilmektedir. Özetle; yargılamada makul sürenin aşılmasına sebep olan etmenler, kısmen mevzuattan ama büyük ölçüde uygulamadan kaynaklanmaktadır. Davaların uzamasına neden olan tüm sorunlar, yargı erkinin adaleti sağlama işlevinden uzaklaşmasıyla sonuçlanmaktadır. Makul süre kapsamındaki sürecin tespiti ve makul olup olmadığı değerlendirilmesi bakımından Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yaklaşımlarının özdeş olduğu söylenebilir.

‘’Adaletin en kötüsü geç tecelli edenidir. Sonunda hüküm isabetli olsa da, geciken adalet zulümdür.’’ Orhan Gazi