Haksızlık yanılgısı kusurluluğu kaldıran bir hal olarak TCK m.30/4’te düzenlenmiştir: “ İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz.”
Kural olarak algılama yeteneğine sahip birinin haksızlık bilincine de sahip olduğu karine teşkil etse de; bazen bu durumun aksi ortaya çıkabileceğinden ve mer’i hukuk kusur ilkesine dayandığından kanun koyucu tarafından istisna içerir hüküm ihdas edilmiştir. Böylelikle haksızlık yanılgısı; kastı değil kusuru ortadan kaldırmaktadır[1].
765 Sayılı Ceza Kanunu’na haksızlık yanılgısına yer vermemiş bilakis “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” hükmüne yer vermektedir. Ancak Yargıtay’ın eski tarihli kararlarından da haksızlık yanılgısı adı altında olmasa da kastın, haksızlık bilincini içermediği durumlarda mazeretin varlığı kabul edilmiştir[2].
Bir davranışın ahlaka aykırı olup olmadığı değerlendirmesi, haksızlık yanılgısı mefhumunun mevcudiyetini tam manasıyla etkilez[3] ve fakat haksızlık bilinci değerlendirilirken göz önünde bulundurulur. Zira ahlaka aykırı eylem her zaman hukuk normlarını ihlal etmediği gibi bir de ahlaka aykırı eylem zamana göre değişebilmektedir. Haksızlık yanılgısının varlığı değerlerdirilirken dikkat edilecek husus; eylemin haksızlık oluşturup oluşturmadığının kişi nezdinde saptanmasıdır, haksız olduğu kabul edilen eylemin mer’i hukukta tanımlanıp tanımlanmadığını bilmiyor olmak kusuru ortadan kaldırmayacaktır.
Bir kimsenin eyleminin hukuk düzeni tarafından yasaklandığını bilmesine rağmen fiilinin hukuka uygunluk halin kapsamında kaldığını düşünmesi durumu dolaylı haksızlık yanılgısı şeklinde ifade edilmektedir[4].
Kaçınılmaz hatanın varlığı belirlenirken failin içinde bulunduğu gruba dahil ortalama bir kişinin durumu esas alınacak; failin yaşı, mesleği, eğitim düzeyi, konumu, uyruğu, yaşadığı çevresel koşullar gibi kişisel özellikleri ile olayın oluş şekli gibi etkenler göz önünde bulundurulacaktır. Eğer ulaşılan sonuç hatanın kaçınabilir olduğu yönünde ise bu durumda, TCK m.61 uyarınca alt sınıra yaklaşarak ceza belirlemek gerekecek ve fakat kişi TCK m.30/4’ten faydalanamayacaktır.
PRATİK HADİSELER;
- Almanya/Köln Mahkemesi, çocuğunu rızası dışında sünnet ettiren İslam inancına mensup ebeveynler ile sünneti yapan kişinin kasten yaralama suçunu işleyeceğini kabul etmiş, ancak ebeveynlerin Alman Ceza Kanunu’nun 17. maddesinde düzenlenen haksızlık yanılgısı hükümlerinden yararlanabileceğine hükmetmiştir[5].
Bireysel inanışların ise haksızlık yanılgısı hükümlerinden faydalanması mümkün değildir.[6]
- “Sanığın olay tutanağına göre seyyar tezgah üzerinde kaçak sigara satışı yaparken yakalandığı ve aşamalardaki savunmalarında suçu ikrar ettiği cihetle, kaçakçılık suçu sübuta erdiğinden sanığın 5607 sayılı Kanunun 3/18. maddesi uyarınca mahkumiyetine karar verilmesi gerekirken, denetime imkan verecek şekilde açıklanmadan ‘duruşmadaki tutum ve davranışları ve kendini ifade tarzı dikkate alındığında işlediği eylemin suç olduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düştüğü’ gerekçesi ile somut olayda uygulama yeri bulunmayan TCK.nun 30/4. maddesi ve CMK.nun 223/3-d maddesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi…”, Yarg. 7. CD., T. 17.04.2018, E. 2017/10193, K. 2018/4118
- Yargıtay’ın bir kararı “Failin kocasının ölümü ile dul kalan kızını gayri meşru bir maksada mukarin olmaksızın ve himaye ve sahabet niyeti ile ve meşru bir hareket olduğu kanaati ile zorla evine götürmesi halinde suç kastı yoktur” (Y.1.CD, 23.12.1955, 3827) şeklindedir. Esasen bu kararlarda failin kasten hareket ettiği konusunda şüphe bulunmamakta, haksızlık yanılgısı içerisinde bulunduğu kabul edilmektedir.
- Haksızlık hatasının bir diğer hali ise, “dolaylı haksızlık yanılgısı”veya “somut haksızlık yanılgısı” olarak adlandırılmaktadır. Bu halde ise fail; işlediği fiilin esasen bir haksızlık oluşturduğunu bilmekle beraber, bu fiile ilişkin bir hukuka uygunluk sebebi var olmamasına rağmen, böyle bir hukuka uygunluk sebebinin hukuk düzeninde mevcut olduğunu düşünmektedir. Bunun en yaygın örneği, belgede sahtecilik suçu bakımından ilgilinin rızasının fiili hukuka uygun hale getirdiği düşüncesidir. Nitekim Yargıtay’ın da kişinin rızası dahilinde onun adına imza atıldığı durumlarda, failin suç işleme kastı bulunmadığından bahisle beraat hükmü verdiği, bu durumun kast değil kusur kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ise gözardı ettiği kararları mevcuttur.
[1] ŞENOL, s. 124; SARIGÜL, Maddi Unsurlar, s. 672.
[2] “Seçim bittikten sonra muhafazası lazım gelen oy pusulalarını sanığın yakmasını, lüzum kalmadığı yolundaki kanaatinden ileri geldiğini müdafaaten beyan eylemesine göre; bu müdafaa hilafında kastı cürmü takip ettiği hakkındaki sübut delilleri gösterilmeksizin mahkumiyet kararı verilmesi…” Yargıtay 3. CD., T. 18.1.1951, 10370/234.
[3] SOYER GÜLEÇ, s. 74-75; KARAKURT, s. 141; DEMİRBAŞ, s. 453: Yazarın verdiği bir örneğe göre; akıl hastası ile cinsel ilişkiye giren bir kişi, filinin ahlaka aykırı olduğunu bilmekle birlikte, hukuk tarafından yasaklandığını bilmemesi hâlinde haksızlık bilinci olmadan hareket etmiştir.
[4] YERDELEN, s. 82; Öğretide verilen bir örneğe göre, mesleğe yeni başlayan bir hekimin Türk hukukunda ötenazinin yasaklı bir eylem olduğunu bilmeyip amansız acılar çeken bir hastanın yaşam desteğine son vermesi hâlinde, hukuka uygunluk nedeninin varlığında hataya düşülmüş olunacaktır. Bkz., SARIGÜL, Hukuka Uygunluk Nedenleri, s. 335
[5] Konu hakkında detaylı bilgi için bkz., NUHOĞLU, Ayşe, “Sünnet ve Ceza Hukuku”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi-Hukuk Araştırmaları Dergisi, Prof. Dr. Nur Centel’e Armağan, C. 19, S. 2, 2013, s. 211-219
[6] Ancak failin, normun yanlış olduğu veya bağlayıcı olmadığı gibi, ihlâl ettiği norm konusundaki bireysel inançları sorumluluğunu etkilemez. Öztürk/Erdem, no. 363. Bir başka ifade ile failin, ortak hayat tecrübelerine göre hareketinin anti-sosyal bir nitelik taşıdığını bilmesi gerektiği söylenebiliyorsa, failin bireysel inançları dikkate alınmayacak ve fail kanunu bilmediğini öne süremeyecektir. Özbek, s. 398.