TMK.md. 187 hükmüne göre: “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.” (Anayasa Mahkemesi’nin 22/2/2023 Tarihli ve E.: 2022/155, K.: 2023/38 Sayılı Kararı ile bu maddenin birinci cümlesi iptal edilmiştir. Bu Kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe gireceği hüküm altına alınmıştır. 14 Anayasa Mahkemesi’nin 22/2/2023 Tarihli ve E.: 2022/155, K.: 2023/38 Sayılı Kararı ile bu maddenin ikinci cümlesi iptal edilmiştir. Bu Kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe gireceği hüküm altına alınmıştır.)
Anayasa Mahkemesi 22/2/2023 tarihinde E.2022/155 numaralı dosyada, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesinin birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir.
İtiraz Konusu Kural
İtiraz konusu kuralda; evlenen kadının kocasının soyadını alacağı ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadının önünde önceki soyadını da kullanabileceği, kadının evlenmeden önceki soyadını evlendikten sonra tek başına kullanamayacağı öngörülmüştür.
Başvuru Gerekçesi
Başvuru kararında özetle; soyadının kadının kimliği ile kişiliğinin bir parçasını oluşturduğu, itiraz konusu kuralla kadının evlenmeden önceki soyadını kullanma hakkına getirilen sınırlamanın meşru bir amacının bulunmadığı, erkeğin doğumla kazandığı soyadını ömrü boyunca kullanması mümkün iken aynı hakkın kadına tanınmamasının eşitlik ilkesiyle bağdaşmadığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) söz konusu farklı muamele nedeniyle ihlal kararları verdiği, ayrıca bireysel başvuru alanında Anayasa Mahkemesince verilen ihlal kararlarının da bulunduğu ancak değiştirilmeyen kuralın idare tarafından uygulanmaya devam edildiği, bu durumun ise Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ilkesini ihlal ettiği belirtilerek kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Kişiliğin bir parçası olan soyadını taşımak yalnızca bir yükümlülük değil aynı zamanda Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında bir hak niteliğindedir. Nitekim AİHM de anılan hakkın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi kapsamında yer aldığını kabul etmiştir. Süreç içerisinde yapılan anayasal değişikliklerle hem kanun önünde eşitlik ilkesinin hayata geçirildiğinden söz edilebilmesi için kadın ve erkek eşitliğinin tam anlamıyla sağlanması gerektiği güçlü bir biçimde vurgulanmış hem de anayasa koyucunun eşitlik ilkesinin eşler arasındaki görünümüne verdiği önem açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Bu itibarla evlenmeden önceki soyadının evlendikten sonra da kullanılması yönünden kadın ile erkeğin karşılaştırmaya müsait şekilde benzer durumda bulundukları sonucuna ulaşılmıştır. Erkek evlenmeden önceki soyadını evlendikten sonra da tek başına kullanabildiği hâlde kuralla kadının evlenmeden önceki soyadını evlendikten sonra ancak kocasının soyadının önünde kullanabileceği öngörüldüğünden karşılaştırmaya müsait şekilde benzer durumda olan eşler arasında cinsiyet temelinde farklı muamelenin yapıldığı açıktır.
Kadının evlenmeden önceki soyadını evlendikten sonra da kullanmasına izin verilmemesinin hak ihlaline yol açtığı ileri sürülmek suretiyle AİHM ve Anayasa Mahkemesine birçok bireysel başvuru yapılmıştır. Bu kapsamda AİHM kadının evlenmeden önceki soyadını tek başına kullanmasına izin verilmemesinin Sözleşme’nin 8. maddesi bağlamında 14. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi ise uluslararası sözleşmelerin erkek ve kadının evlilik sonrasında soyadları bakımından eşit haklara sahip olmasını öngören hükümleri ile evli kadının kocasının soyadını kullanması zorunluluğunu öngören iç hukuk düzenlemelerinin aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle Anayasa’nın 90. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınmasının gerektiğini, bu itibarla başvurucular hakkında 4721 sayılı Kanun’un 187. maddesinin uygulanmasının kanunilik ilkesiyle bağdaşmadığını ve ihlale yol açtığını belirtmiştir. Öte yandan kadının soyadına ilişkin davalarda önemli bir içtihat geliştiren Yargıtay da Anayasa Mahkemesi gibi kadının evlenmeden önceki soyadının kullanmasına izin verilmemesinden kaynaklanan uyuşmazlıkta Anayasa’nın 90. maddesinin beşinci fıkrası gereğince uluslararası sözleşme hükümlerinin uygulanması gerektiğini kabul etmiştir. Diğer yandan kadının erkekle eşit haklardan yararlanmasının öncelikle hukukun asli kaynağı olan kanunla güvence altına alınması ve bu güvenceyi hayata geçirebilecek idari uygulamaların geliştirilmesinin gerektiği, bu bağlamdaki yargısal içtihatların tek başına yeterli güvenceyi sağladığının kabul edilemeyeceği açıktır.
Benzer durumda olanlara farklı muamele yapılmasının nesnel ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığının veya farklı muamele öngörülebilmesinin hangi dereceye kadar mümkün olacağının değerlendirilmesinde kamu otoritelerinin belirli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Cinsiyet temelli farklı muamele söz konusu olduğunda ise kamu makamlarının takdir yetkisi daralmaktadır. Ayrıca anayasa koyucunun eşitlik ilkesinin eşler arasındaki görünümüne verdiği önem gözetildiğinde eşler arasında cinsiyet temelli farklı muamele bağlamında kanun koyucunun son derece sınırlı bir takdir yetkisinin bulunduğu da açıktır.
Nüfus kayıtlarındaki karışıklığın önlenmesi ve soy bağının sağlıklı bir şekilde tespit edilmesinde kamu yararı bulunmaktadır. Ancak söz konusu kamu yararının sağlanmasının yegâne yolunun kadının evlendikten sonra kendi soyadını eşinin soyadının önünde kullanması olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu nedenle nüfus kayıtlarının düzeni sağlama amacı, kuralla öngörülen farklı muamelenin makul nedeni olarak kabul edilemez. Ayrıca kadının evlendikten sonra kocasının soyadını almasının ailenin ortak bir soyadına sahip olmasını mümkün kılan tek seçenek olmadığı açıktır. Bu bağlamda eşlere içlerinden birinin soyadını veya bunun dışında bir adı ortak soyadı olarak belirleme imkânının tanınması ya da ortak soyadının eşlerin evlenmeden önceki soyadlarının birleşimden oluşacağının öngörülmesi de mümkündür. Kaldı ki ortak soyadının aile bağlarını korumanın zorunlu unsuru olduğunun, bu manada eşlerin ortak soyadı taşımamaları hâlinde aile bağlarının hiçbir şekilde korunamayacağının söylenmesi de zordur. Buna göre aile bağlarının korunup güçlendirilmesi amacının da kuralla öngörülen farklı muamelenin makul nedeni olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
Bu değerlendirmeler ışığında, evlenmeden önceki soyadının evlendikten sonra da tek başına kullanılması bağlamında kadın ve erkek arasında kuralla öngörülen farklı muamelenin eşitlik ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir.
KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI KANUNUNUN AVUKATLIK MESLEĞİNE ETKİLERİ
6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun (KVKK) 7 Nisan 2016 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu (Avukatlık Kanunu) ile arasında pek çok çatışma yaşanmıştır. Avukatlar da KVKK’ya tabi olup, bu kanunun gerekliliklerini yerine getirmekle yükümlüdür. Avukatlar sadece, Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun (Kurul) kararı( 2018/32 sayılı Kurul Kararı, 02.04.2018 tarihli, 15.05.2018 R.G. yayın tarihli.) uyarınca, veri sorumluları siciline (VERBİS) kayıt yükümlülüğünden muaf tutulmuşlardır. Bunun dışında KVKK yer alan yükümlülükler veri sorumlusu sıfatına haiz avukatlar için de geçerlidir.
Kişisel verilerin işlenme şartları
MADDE 5- (1) Kişisel veriler ilgili kişinin açık rızası olmaksızın işlenemez.
(2) Aşağıdaki şartlardan birinin varlığı hâlinde, ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın kişisel verilerinin işlenmesi mümkündür:
a) Kanunlarda açıkça öngörülmesi.
b) Fiili imkânsızlık nedeniyle rızasını açıklayamayacak durumda bulunan veya rızasına hukuki geçerlilik tanınmayan kişinin kendisinin ya da bir başkasının hayatı veya beden bütünlüğünün korunması için zorunlu olması.
c) Bir sözleşmenin kurulması veya ifasıyla doğrudan doğruya ilgili olması kaydıyla, sözleşmenin taraflarına ait kişisel verilerin işlenmesinin gerekli olması.
ç) Veri sorumlusunun hukuki yükümlülüğünü yerine getirebilmesi için zorunlu olması.
d) İlgili kişinin kendisi tarafından alenileştirilmiş olması.
e) Bir hakkın tesisi, kullanılması veya korunması için veri işlemenin zorunlu olması.
f) İlgili kişinin temel hak ve özgürlüklerine zarar vermemek kaydıyla, veri sorumlusunun meşru menfaatleri için veri işlenmesinin zorunlu olması.
“Kişisel verilerin veri sorumlusu bir avukat tarafından kısa mesaj yoluyla üçüncü kişilere ifşa edilmesi hakkında” Kişisel Verileri Koruma Kurulunun 14.01.2020 Tarihli ve 2020/26 Sayılı Karar Özeti
Veri sorumlusu avukat tarafından her ne kadar ilgili kişinin kardeşine ait telefon numarasının büroya gelen ve kimliği bilinmeyen bir kişi tarafından verildiği, bunun ilgili kişiye ait olmadığının tespitini takiben talep üzerine numaranın silindiği beyan edilmiş olsa da sair mevzuat gereğince ilgili kişiye ait olup olmadığı bilinmeyen bir numaranın yine kimliği bilinmeyen bir kişi vasıtasıyla edinilmesi üzerine, ilgili kişiye ait verinin bu numarayla paylaşılmasının Kanun hükümlerine aykırılık teşkil ettiği ve bu suretle kişisel verilerin hukuka aykırı olarak işlenmesini önleme ve kişisel verilere hukuka aykırı olarak erişilmesini önleme yükümlülüğünü yerine getirmeyen veri sorumlusunun Kanunun 12 nci maddesinde düzenlenen veri güvenliğine ilişkin yükümlülüklere aykırı davrandığı,
değerlendirildiğinden, ilgili kişiye ait olup olmadığı bilinmeyen bir numaranın yine kimliği bilinmeyen üçüncü bir kişi vasıtasıyla edinilmesi ve ilgili kişiye ait verinin bu numaranın sahibi üçüncü kişi ile paylaşılması nedeniyle Kanunun 12 nci maddesinde düzenlenen veri güvenliğine ilişkin yükümlülüklere aykırı hareket eden veri sorumlusu hakkında Kanunun 18 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi kapsamında 50.000 TL idari para cezası uygulanmasına
Avukatlık mesleğinin ifası bakımından Kurul’un en çok tartışma yaratan kararı ise 2021 yılında verilmiştir. İşçilik alacağı davasında davalı tanığı olarak dinlenen kişinin adli sicil kaydına erişerek Mahkeme’ye sunan ve sicile işlenen suçlar nedeniyle tanıklık beyanına itibar edilmemesi gerektiğini ileri süren veri sorumlusu avukat hakkında, adli sicil bilgisinin alınarak dosyaya sunulmasının KVKK’nın 6.maddesinde yer alan özel nitelikli kişisel verilerin işleme şartlarına uygunluk sağlamadığını, bu nedenle KVKK’nın 12.maddesinde yer alan, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak işlenmesini önlemek amacıyla uygun güvenlik düzeyini temin etmeye yönelik gerekli her türlü teknik ve idari tedbirleri almak zorundadır, hükmüne aykırılık teşkil ettiği nedeniyle veri sorumlusu avukat hakkında idari para cezasına hükmedilmiştir. Aynı zamanda verinin paylaşılmasının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında suç teşkil edebileceği nedeniyle, Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurabileceği konusunda ilgili kişiye bilgi verilmesine de kararda yer verilmiştir.
Veri sorumlusu avukat tarafından sunulan savunmada özetle, tanık olarak dinlenen ilgili kişinin kimlik numaralarının duruşma tutanağında yer aldığı, bu kimlik bilgisi ile adli sicil kaydına avukat olarak ulaşmasının mümkün olduğu, Avukatlık Kanunu’nun 2.maddesi uyarınca, mesleklerini yerine getirirken kurumlara başvuru yapma ve bilgi alma hakları olduğunu, tanık sıfatına haiz ilgili kişinin beyanının doğru olduğundan emin olunması gerektiği, dosya için bu hususun önemli olduğu, adli sicil kaydını sadece Mahkeme ile paylaştığını, üçüncü kişilerle paylaşmadığını, avukatlık mesleğinin aynı zamanda bir kamu hizmeti olduğunu ve kendisinin kanunla sağlanan bir yetkiyi kullandığı, yer almışsa da, Kurul; Avukatlık Kanunu’nun 2.maddesinin, Adli Sicil Kanunu’nun 7.maddesi karşısında genel hüküm taşıdığı, bundan dolayı avukatların adli sicil kaydı bilgilerine resen erişim yetkisi verilmediği, özel nitelikli kişisel veri niteliğindeki adli sicil bilgilerinin en başta hukuka aykırı olarak elde edilmiş olmasının veri sorumlusunun tüm kişisel veri işleme faaliyetlerini başlangıçtan itibaren hukuka aykırı hale getirdiği, zira hukuka uygun olmayan bir şeyin üzerine meşru bir şeyin bina edilemeyeceği konusunda herhangi bir şüphenin bulunmadığı, değerlendirmesi ile yaptırım kararı vermiştir.
Söz konusu karar bir kısım hukukçular tarafından KVKK hükümleri kapsamında hukuka uygun olarak değerlendirilse de, avukatın mesleğin ifası sırasında iddialarını ispatlama noktasında önemli güçlüklere yol açacağı açıktır. Zira, KVKK hükümleri kapsamında yapılan bu değerlendirmenin yanısıra, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK.) özellikle 255.maddesinde yer alan, “tanığın davada yararı bulunmak gibi tanıklığının doğruluğu konusunda kuşkuyu gerektiren sebepler varsa, bunu iki taraftan biri iddia ve ispat edebilir” hükmü avukata bu yönde bir yetki vermektedir. Aksi yönde tanığın beyanının güvenilir olup olmadığını ispat etme imkanının neredeyse tümüyle ortadan kalkma ihtimali doğacaktır. Her ne kadar Kurul kararında adli sicil kaydının davanın esası ile ilgili olup olmadığı yönünde tartışmalarda bulunulmuşsa da, hukuk davalarında önem arz eden tanık beyanının davanın esası ile ilgili olduğu su götürmez bir gerçektir.